https://dinimiogreniyorum.tripod.com/

Insanlar su iki yonde cok yanilirlar 'saglik ve bos vakit'.

HOSGELDINIZ
ANA SAYFA
Cocuklarimiza ogretelim
32 Farz
54 Farz
Namaz Dualari
Eglence
Flash Oyunlar
Ibretlik Resimler
Hz.Muhammet(s.a.v.)
Namaz _Abdest
Resim 1(Allah lafzi)
Resim2(Hadisi serif)
Favorite Links

.

 

      

 

                           HZ . MUHAMMET(S.A.V) 
                                            
                                               HAYATI
     

 

Resulullah (s.a.v), Fil yili Rabi’ul Evvel ayinin on yedisinde (M.570’de) Cuma günü safak vakti Mekke sehrinde dünyaya geldi.(1) Resulullah (s.a.v)’in değerli babası, Abdullah bin Abdulmuttalip bin Hasim bin Abdumenaf’dir. Değerli annesi ise Veheb bin Abdumenaf’in kizi Amine’dir. Görüldüğü gibi her iki sahsiyetin akrabalik bagi Abdumenaf’da birlesiyor.

Hz. Peygamber’in mübarek ismini ilahi emir gereği Muhammed, (2) künyesini ise Ebu’l Kasim (3) koyuyorlar.

imam Bakir (a.s) buyurmuslardir ki, Hz. Peygamber doğumunun yedinci günü Hz. Ebu Talib, Hazretin dünyaya teşrifinden dolayi bir kurban keser ve akrabalarini misafirliğe davet ederek söyle der: "Bu Ahmed’in akikasidir.” Misafirler; “Onun ismini neden Ahmed koydun?” diye sorduklarinda, ise Ebu Talib; “Yer ve gök ehlinin övgüsünden dolayi onun ismini Ahmed koydum.” der.(4) iste bundan dolayi Hz. Emir-ul Mü’minin Ali (a.s), Hz. Resulullah (s.a.v)’ın iki ismi bulunan peygamberlerden olduğunu söylemistir.(5)

Peygamber (s.a.v) henüz daha dünyaya gelmeden babasinikaybetti; (6) dünyaya geldikten sonra da onu süt emmesi için Halime-i Sadiyye’ye emanet ettiler. ibn-i Sad’in yazdigina göre, Halime Hazreti kucagina alir almaz dösü sütle doldu; öyle ki, Peygamber ve Halime’nin açliktan uyumayan çocuğu da o sütten doydular.(7)

Peygamber (s.a.v) üç yasina kadar annesi Amine’nin de gözetimiyle süt annesi Halime’nin yaninda kaldi, daha sonra Mekke sehrine getirilerek annesine teslim edildi.

Peygamber (s.a.v) alti yasinda iken annesi Amine ve bakicisi Ümmi Eymen’le birlikte akrabalarini görmek için Medine’ye giderler. Bir ay Medine’de kaldiktan sonra Mekke’ye dönüste, Ebva denen yere (Cuhfe’den 37 km. uzak) ulastiklarinda Hazretin değerli annesi vefat eder ve orada defnedilir. Ümmi Eymen Hz. Peygamber’i Mekke’ye getirir ve ceddi Abdulmuttalib’e teslim eder. Böylece Abdulmuttelib Hazretin sorumluluğunu üstlenmis olur.(8) Ama iki yil sonra Abdulmuttalib de dünyadan göçer.(9) Onun vasiyeti gereğince de, Hz. Ebu Talib kardesi oğlu Hz. Muhammed (s.a.v)’in sorumluğunu üstlenir.(10)

ibn-i Abbas’in naklettigine göre, Ebu Talib Hz. Peygamber ile öyle ilgileniyordu ki, gece ve gündüz ondan bir an olsun ayrilmıordu, onu kendi yaninda yatiriyor ve onun hakkinda kimseye güvenmiyordu.(11)

Hz. Resulullah (s.a.v) on iki yasinda iken (12) Ebu Talib’le birlikte sam’a yolculuğa çikarlar. Bu yolculukta Buheyra isminde bir rahiple karsilasirlar. Buheyra, Hiristiyan alimlerinin en bilginlerindendi. Hz. Peygamber’i görür görmez, O’nun ahir-uz zaman Peygamberi olduğunu hemen anlar ve Ebu Talib’e dönüp söyle der: “Önceki semavi kitaplarda bu gencin peygamberligiyle ilgili haber vardır.(13)

Hz. Resulullah (s.a.v), erginlik çagina kadar Hz. Ebu Talib’in evinde kalirlar ve ahlak, yigitlik, halkla geçinmek ve emanete riayet etmek bakimindan öyle bir yüce ahlak ve erdemlilik sergilerler ki halk ona “Emin” lakabini takarlar.(14)

Hz. Resulullah (s.a.v) yirmi yasinda iken “Hilf-ul Fodul” antlasmasina katilmistir. Bu antlasma, Beni Hasim, Beni Zühre ve Beni Temim arasinda yapilan insani değerleri önemseyen bir anlasma idi. Bu antlasma gereğince mazlumlarin haklari zorbalardan alinacak ve gereken yardimlar onlardan esirgenmeyecekti.(15)

Hz. Hatice asaletli ve serveti olan bir kadindi. Hz. Hatice erkekler vasitasiyla ticaretle uğrasiıyordu. Resulullah,in doğru konusan ve emin biri olduğunu öğrenince, Hazrete, kölesi Meysere ile birlikte ticaret yapmak için sam’a gitmesini ve diğer tacirlerden daha fazla pay almasini önerdi. Hz. Resulullah (s.a.v) Hatice’nin bu önerisini kabul ederek onun mali ile sam’a doğru yola çiktilar. O memlekette mallarini satip islerini bitirdikten sonra Mekke’ye döndüler. Mekke’de de oradan getirdikleri mallari satip öncekilere oranla iki kat veya daha fazla kar elde ettiler. Üstelik Meysere de yol boyunca Resulullah’dan gördüğü hareket ve davranislari Hatice’ye anlatti.

Bunun üzerine, Hatice, birisi vasitasila Resulullah’a söyle bir mesaj gönderdi: “Ey amca oğlu, aramizda akrabalik bagi oldugundan kavmin arasinda yüce seref ve nesebe sahip bulunduğundan, güvenilir, iyi huylu ve doğru konusan olduğundan dolayi seninle evlenmeye gönüllüyüm.”

Hatice’nin bu evlenme teklifi öyle bir zamanda oldu ki, Hatice o zamanlar nesep açisindan en köklü, seref ve mal bakimindan da bütün kadinlarin en üstünü idi; herkes onunla evlenmek istiyordu, ama o hiç kimseyi kabul etmiyordu.(16)

Resulullah (s.a.v) Hz. Hatice’nin bu evlenme teklifini kabul ederek amcalarini onu istemeye gönderir ve böylece bu mübarek vuslat gerçeklesmis olur .(17)

Resulullah (s.a.v) evlendigi zaman yirmi bes yasinda idiler. (18) İbn-i Abbas ve bir grup diğer bilginlerin sözüne göre, Hz. Hatice de yirmi sekiz yasinda idi.(19)

Hz. Peygamber (s.a.v)’in Hz. Hatice ile evlenmesinden ikisi erkek, dördü kiz olmak üzere toplam alti çocuğu olmustur. Erkeklerin isimleri: Kasim ve Tahir; kizlarin isimleri ise Ümmi Gülüsüm, Rukayye, Zeynep ve Fatima’dir.(20)

Hatice-i Kübra (a.s) Resulullah (s.a.v) ile ortak yasantisinda çok fedakarliklar yapmistir. O, bütün mal ve servetini aziz esinin ihtiyarina birakmis ve bütün kadinlardan önce Hz. Resulullah’a iman etmistir. Resulullah (s.a.v) onun hakkinda söyle buyurmustur:

“O, insanlar kafir olduğunda bana iman etti, halk beni tekzip ettiğinde o beni tasdik etti, halk beni mahrum biraktignda o kendi maliyla bana yardimda bulundu.”(21)

Hz. Resulullah’ın yasantisinin en hassas dönemi, 40 yasina girdiği dönemdir. Zira Hazret bu yasta Receb’in 27. günü (M. 610) peygamberliğe seçilmiştir.(22) O zamandan itibaren üç yil boyunca halki gizlice islam’a davet etmiştir. (23) Hz. Resulullah’a ilk iman eden Emir-ul Mü’minin Hz. Ali olmustur. (24) Ondan sonra da Hz. Hatice iman etmistir.

Bi’setin üçüncü yilinda Resulullah (s.a.v), halki açikça islam’a davet etmeye mamur kilindi. Bu emir gereği önce kendi yakinlarini misafirliğe davet edip onlara şöyle buyurdu:

“Allah Teala beni, sizi O’na davet etmeye emretmistir. içinizden kim beni tasdik edip, bu iste bana yardimci olursa, sizin aranizdaki kardesim, vasim ve halifem olacaktir.” (25)

Teberi’nin yazdigina göre, bu toplantıda Hz. Ali, Peygamber’e yardimci olacagini ilan eden tek sahis oldu. Peygamber (s.a.v) de oradakilere söyle buyurdu:

“Bilin ki, bu sahis, benim sizin aranizdaki kardesim, vasim ve halifemdir; onun sözlerini dinleyin ve emirlerine itaat edin.” (26)

Resulullah (s.a.v) akrabalarini islam’a davet ettikten sonra, halkin da putlarini birakip sadece Allah’a ibadet etmelerini istedi. Bu söz onlara çok agir geldi; az bir grup hariç, hepsi Hazretle düsman olmaya basladılar. O kritik anda, Mekke’nin büyüğü ve Peygamber’in amcası olan Hz. Ebu Talib, kardesi oğlunun yardimina kostu ve onu yalniz birakmayacagina dair yemin etti.(27) Gerçekten öyle de yapti. Hz. Ebu Talib, hayatta olduğu müddetçe Kureys, Hz. Peygamber’i fazla incitemedi.

Kureys büyükleri, Hz. Ebu Talib’in varligiyla Hz. Peygamber’i tam baski altina alamadiklarini görünce, yeni Müslüman olanlari eziyet ve iskence etmeye basladilar. Peygamber (s.a.v), Müslümanların Kureys’in zulüm ve eziyetinden kurtulmalari için onlara Habesi’ye hicret etmeleri için izin verdi.

Bi’setin altinci yilinda, Mekke müşrikleri, Peygamber (s.a.v)’i öldürme karari aldilar. Bu yüzden Hz. Muhammed (s.a.v)’i kendilerine teslim etmedikçe, Beni Hasim’le muamele yapmayacak ve onlardan evlenmeyeceklerine dair kendi aralarında bir antlasma imzaladilar. Bu antlasmayi bir deri sayfaya yazip Ka’be’nin duvarina astilar. Beni Hasim de canlarini korumak için Peygamber (s.a.v) ile “si’b-i Ebu Talib” deresine sigindilar; üç yil boyunca orada kaldilar. Üç yil sonra Allah Teala Peygamberine, antlasmayi “Allah” lafzi hariç, karincalarin yedigini haber verdi. Hz. Ebu Talib bu haberi Kureyslilere iletti ve onlara; “Eğer Muhammed’in söyledikleri doğru çikarsa ne yaparsiniz?” diye sordu. Onlar da: “Artik el çekeriz” dediler. Kureysliler Ka’be’ye gidip oraya astiklari antlasmanin “Allah” lafzi hariç karincalar tarafindan yenildiğini görünce, kendi antlasmalarindan vazgeçtiler. Bi’setin onuncu yilinda vuku bulan bu olay neticesinde Mekke halkindan bir çok kimseler islamiyet’i kabul ettiler. Böylece Beni Hasim si’bi Ebu Talib’den disari cikabildi.(28)

Peygamber (s.a.v) bi’setin onuncu yilinda iki büyük yardimcisi olan Hz. Ebu Talib ve Hz. Hatice’yi kaybetti, (29) bu iki büyük sahsiyetin ölümü Hazrete çok agir geldi, bundan dolayi o yilin ismini “Hüzün yili” koydu.(30)

imam Zeyn’ul- Abidin (a.s) şöyle buyurmustur:

“Resulullah (s.a.v), Ebu Talib ve Hatice’yi kaybettiğinde artik Mekke’de kalmasi güçlesmisti... Allah Teala bundan dolayi Hz. Peygamberin, Mekke’de yardimcisi olmadigindan  orayi terk edip Medine’ye doğru hareket etmesini emretti”(31)

Hz. Ebu Talib dünyadan göçtükten sonra Kureysin peygambere eziyeti gittikçe fazlalasti, Hazrete defalarca ihanet edip O’nun canina kiymak istediler. (32)

Mekke müsrikleri, bi’setin on üçüncü yili “Dar’un Nedve” denilen bir yerde toplanip Hz. Peygamberi öldürme karari aldilar. Bu karara göre çesitli kabilelerden olusan gençler hep birlikte Hazrete saldiracak ve kimin tarafindan öldürüldüğü bilinmeyecekti. (33)

Hz. Peygamber (s.a.v), ilahi vahiyle bu komplodan haberdar oldu ve geceleyin Mekke’den ayrilarak Medine’ye doğru yola çıktı. Emir’ul- Mü’minin Hz. Ali de Peygamber (s.a.v)’in canini korumak için O’nun yataginda yatti. (34)

Peygamber (s.a.v), Rabi-ul Evvel ayinin ilk günü Mekke’den ayrildi ve ayni ayin on ikinci günü Medine’nin yakinlarinda olan “Kuba” denilen yere vardi ve orada yaklasik on gün Hz. Ali’yi bekledi. (35)

Bu müddet içerisinde de Kuba camisiniyaptirdi. Daha sonra Hz. Ali’nin gelmesiyle Medine’ye tesrif buyurdular .

Hz. Peygamber’in hicreti ardindan Mekke Müslümanlari da yavas-yavas Medine’ye hicret etmeye basladilar. Peygamber (s.a.v), Muhacir ve Ensar (Medine halki) arasindaki samimiyet bagini güçlendirmek için onlarin aralarinda kardeslik bagi olusturdu.

Peygamber (s.a.v), bu tesebbüsü ile Medine’de islami bir toplum olusturmus ve Muhacirlere yardim için de uygun bir zemin hazirlamisti.

Bu küçük islam toplumunun kurulusundan daha on dokuz ay geçmemisken Müslümanlarla Mekke müsrikleri arasinda savas atesi tutustu. ilk önemli savas

 Bedir savasiı idi, onun pesi sira Uhud, Handek, Hayber,Tebuk vb....savaslar da vuku buldu.

Peygamber (s.a.v)’in savaslari iki çesittir; birincisi, kendisinin katildigi  savaslardir, bu savaslara “Gazve” denilir. Digeri ise kendisinin katilmadigi savaslardir, bu savaslara da “Seriyye” deniliyor. Gazvelerin sayasinin  28, seriyyelerin sayisinin  ise 38 tane oldugunu söylemislerdir. (36) Bunca savas, dokuz yildan az bir zamanda vuku bulmustur.

Bu gazve ve seriyyeler, Müslümanlarin Hicaz topraklarinda azamet ve güçlerinin asikar olmasina ve bir çok Arap kabilelerinin Hz. Peygamberle baris antlasmalari imzalamalarina sebep oldu.

Bu antlasmalarin en önemlisi, Hudeybiye antlasmasi idi. Hz. Peygamber bu antlasmayi, hicretin altinci yilinda Mekke müsrikleriyle yapti. Bu antlasma, Hicaz topraginda nispi bir emniyet ve huzurun olusmasina yol açti ve diger topraklarda da islam’in yayilmasina ortam hazirladi.

Peygamber (s.a.v), hicretin yedinci yilinda islam’in genis bir sekilde yayilmasini saglamak için bir çok mektuplar yazmis ve bu mektuplari iran, Rum, Habes, Misıi, Yememe, Bahreyn vb. ülkelerin kirali ve padisahlarina göndererek kendi mesajini onlara iletmistir. (37) Hazret bu mektuplarda onlari islam’a davet ediyordu. Bu vesileyle Hz. Peygamber’in cihani risaleti dünyanin her tarafina bildirilmis ve böylece islam’in mesaji uzak memleketlere de ulasma imkanini bulmustur.

Hicretin sekizinci yilinin Ramazan ayinda Mekke sehri Peygamber tarafından fethedildi. (38) Resulullah (s.a.v) ordusuyla birlikte savakmaksizin Mekke sehrine girdi, ilk tesebbüsünde Mekke halkinin hepsini affetti ve Kabe’de bulunan üç yüz altmis putu oradan temizledi (39) ve sonra minbere çikip söyle buyurdu:

“Ey insanlar! Allah Teala cahiliyye tekebbürünü ve atalarla övünmeyi sizin aranizdan temizledi. Bilin ki siz Adem’densiniz, Adem de balçiktandir. Bilin ki, Allah’ın en iyi kullari O’ndan korkan ve günah islemeyendir.” (40)

Resulullah (s.a.v), Mekke’de kisa bir müddet kaldiktan sonra Medine’ye doğru hareket etti. Bir kaç aydan sonra, Rum ordusunun islam ülkelerine saldirip o topraklarda ilerlemeyi amaçladiklarini ögrendi. Hazret bu haberi ögrenir ögrenmez islam ordusunun, Rum ordusuna karsi koymak için sam sinirlarina doğru hareket etmelerini emretti, kendisi de ordunun komutanligi üzerine aldi. Uzun bir mesafeyi kat ettikten sonra, Hicretin dokuzuncu yilinin saban ayinda sam sinirinda bulunan Tebuk topraklarina ulastilar. Ama Rumlulardan hiçbir eser yoktu. Çünkü Rum ordusu, Hz. Peygamber’in komutanligindaki islam’in güçlü ordusunun hareketinden haberdar olmus ve Müslümanlar karsisinda yenilgiye uğramak korkusundan aldiklari kararlarindan vazgeçmislerdi.

Resulullah (s.a.v) düsman tehlikesinin olmadigini görünce, ordunun Medine’ye dönmesini emretti. “Tebuk” ismiyle meshur olan bu gazve, Hz. Peygamber’in en son gazvesi sayilmaktadir.

Hz. Peygamber (s.a.v)’in Hicaz topraklarindaki en fazla muvaffakiyet elde ettigi yil, hicretin dokuzuncu yilidir. Çünkü o yilin hac merasiminde müsriklerden beraat ilan edildi. (41) Bu önemli mesele, Kurban Bayraminda Emir’ul- Mü’minin Hz. Ali (a.s) vasitasıila düsmanlara duyuruldu ve onlara, islam’a karsi tavirlarini belirlemeleri için dört ay mühlet verildi. Bu beraatin ilani neticesinde çesitli kabilelerin elçileri Medine’ye doğru akin etmeye basladilar. Hepsi Hz. Peygamber’in huzuruna gelip islam’i kabul ettiklerini veya islam’in  siginaginda yasamalari için cizye ödemeye hazir olduklarini ilan ettiler.

O yil çok fazla elçinin Medine’ye akin etmesinden dolayi o yila “Amm’ul- Vefud” (elçiler yili) ismini vermislerdir. Böylece puta tapma adet ve geleneği Hicaz topragindan silinmis ve yerine tevhit dini yerlesmistir.

Resulullah (s.a.v), hicretin onuncu yilinda hac amellerini yapmak için Mekke’ye yolculuk yapmaya hazirlandi. Müslümanlar da bu haberi duyunca, hac amellerini doğru bir sekilde kamil olarak öğrenmek için yolculuğa hazirlandilar. Resulullah (s.a.v) Zilkade ayinin sonuna dört gün kala Medine’den ayrildi, Zilhacce’nin dördüncü günü ise Mekke’ye vardi. (42) Hac amellerini yaptiktan sonra Müslümanlarla birlikte o sehirden ayrildi ve Medine’ye doğru yola koyuldu. Yüz yirmi bin civarinda olan hac kervani “Cuhfe” denilen yere yetistiginde, Hz. Peygamber tarafindan kervanin durdurulmasi emredildi. Hazret namazini kildiktan sonra Gadir-i Hum kenarinda bir hutbe okudu sonra Hz. Ali’nin elinden tutarak yüksek bir sesle söyle buyurdu:

“Ben kimin mevlasi (efendisi) isem Ali de onun mevlasidir. Allahim, ona yardim edene sen de yardim et, onu yalniz birakani sen de yalniz koy...” (43)

Bu vakıa, Zilhacce’nin on sekizinci günü vuku buldu. Hz. Peygamber’in halife tayin etme isi bir kaç defa çesitli yerlerde tekrarlanmistir.

Hz. Peygamber (s.a.v) Haccet’ul- Veda yolculuğundan sonra, ömrünün son günlerini yasiyordu, nihayet hicretin on birinci yili Sefer ayinin yirmi sekizinde fani dünyadan ayrilip ebedi yurda göç etti. (44)

Peygamber (s.a.v)’in Hatice’den alti çocugu vardi, onların isimlerini daha önce zikrettik. Mariye’den de ibrahim isminde bir oğlu vardi. Hazretin, Fatima (a.s) hariç bütün evlatlari kendi hayati döneminde vefat ettiler. (45) Hz. Peygamber’in nesli, Hz. Fatıma’dan devam etti.



HZ. PEYGAMBER’LE  ILGILI  KISSALAR

1

- iki Melegin Haline Gülüyorum

 Bir gün Resulullah (s.a.v) gülümseyerek göğe bakiyordu, bir adam Hazretin gülmesinin sebebini sorunca, Resulullah (s.a.v) söyle buyurdular: “Evet göge bakiyordum, iki meleğin hali beni güldürdü, onlar kendi yerinde ibadetle mesgul olan mü’min bir kulun gece gündüz yaptigi ibadetlerinin mükafatini yazmalari için yeryüzüne indiler, fakat onu, hasta olduğundan dolayi ibadetgahinda bulamayinca, göge çikip, Hak Teala’ya söyle arz ettiler: “Ey Rabbimiz! Biz o mü’min kulun ibadetini yazmak için her zamanki gibi onun ibadetgahina gittik, fakat onu orada bulamadik, hastalik yatagina düsmüstü.”

Allah Teala, o meleklerin cevabinda söyle buyurdu: “O mü’min kul, hastalik yataginda oldugu sürece, her gün ibadetgahinda oldugu zaman ona yazdiginiz her günün sevabi miktarinca ona sevap yazin. Hastalik yataginda oldugu müddetçe onun hayir amellerinin mükafati bana aittir; onun mükafatini ben vereceğim.” (46)

2- Siraya Riayet Edin

Hz. Ali (a.s) söyle buyuruyor: “Bir gün Hz. Resulullah (s.a.v) ayaklarinin üzerine yorgan örtmüs ve istirahata çekilmişti. Bu arada Hasan su istedi. Resullullah (s.a.v) hemen yerinden firladi ve devemizden bir kaba biraz süt sagip onu Hasan’a (a.s) verdi. Bunu gören Hüseyin (a.s) yerinden firlayip sütü almak istedi. Ama Resulullah (s.a.v) ona mani olup sütü Hasan’a verdi. Bu arada durumu seyretmekte olan Fatime: “Ya Resulellah! Güya Hasan’i daha çok seviyorsun” dedi. Resulullah cevaben buyurdular ki: “Hayir öyle degildir. Benim Hasan’i savunmamin sebebi, öncelik onun hakki oldugu içindir. Çünkü O, daha önce su istemisti, siraıi riayet etmek gerekir. Yoksa kiyamet günü ben, sen, bu ikisi ve su yerde yatan (Ali) hepimiz bir mekanda olacagiz” buyurdu. (47)

3- Rahmetmeyene Rahmolunmaz

Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (s.a.v)’in huzurunda bulunuyorduk. Bu arada Hazret durmadan henüz küçük yasta olan Hasan ve Hüseyin’i öpüyordu. Hazret’in bu hareketini gören Uyeyne: “Ya Resulullah (s.a.v), benim on çocugum vardir. Ben simdiye kadar onlarin hiçbirini asla öpmemisim” dedi. Hazret bu sözü duyunca çok sinirlendi, öyle ki çehresinin rengi degişti ve: “ Kim rahmetmezse, ona rahmolunmaz; eger Allah rahmeti kalbinden almissa, benim sana yapacak bir seyim yoktur; kim, küçüklerimize rahmetmez, büyüklerimizi de saymazsa, o bizden degildir” (48) buyurdu.

4- Resulullah (s.a.v)’in Aglamasi

Resulullah (s.a.v) Ümmi Seleme’nin evinde bulunduğu bir gece yarisi uykudan kalkip evin karanlik bir kösesinde dua ve aglamakla (Allah’a yalvarip yakarmakla) mesgul oldu. Ümmi Seleme, Resulullah (s.a.v)’i yataginda görmeyince, kalkip onu aramaya koyuldu. Bir de bakti ki Resulullah (s.a.v), evin karanlik bir kösesinde durup ellerini göge kaldirmis, aglayarak Allah’a söyle yalvarip yakariyor:

“Allah’im! Bagisladigin nimetleri benden esirgeme. Beni, düsmanlarin gülmüs vesilesi kilma, kiskançlari bana musallat etme.

Allah’im!Beni kurtardigin kötülük ve çirkinliklere geri çevirme.

Allah’im! Beni hiçbir zaman ve hiçbir an kendi basima birakma; kendin beni herseyden ve her afetten koru.”

Ümmi Seleme Resulullah (s.a.v)’in bu durumunu görünce, aglayarak kendi yerine döner. Resulullah (s.a.v) Ümmi Seleme’nin aglama sesini duyunca, ona doğru gidip aglamasinin sebebini sorur.

Ümmi Seleme:

“Ya Resulullah! Senin aglaman beni aglatti. Sen neden agliyorsun? Siz Allah katinda olan onca büyük makam ve yakinliginiza ve Allah’in geçmis ve gelecek bütün kusurlarinizi affetmesine ragmen Allah’tan böyle korkuyor, sizi düsmanlarin gülüs vesilesi kilmamasini, kurtardigi kötülük ve çirkinliklere geri çevirmemesini, bir an bile kendi basiniza birakmamasini istiyorsunuz, o halde vay bizim halimize!” der.

Resulullah (s.a.v) onun cevabinda:

“Nasil korkmayayim, nasil aglamayayim, nasil kendi akibetimden endiselenmeyeyim, nasil kendi makam ve mevkime güveneyim! Oysaki Allah Teala, Hz. Yunus’u bir an kendi haline birakti ve onun basina, gelmemesi gereken seyler geldi!”buyurur.(49)

 5- Allah Beni Zulmetmek için Göndermemistir


- Emir-ül Mü'minin Hz. Ali (a.s) söyle buyurmustur: "Bir Yahudi'nin Resulullah (s.a.v)'den bir kaç dinar alacagi vardi, Hazret'ten o parayi istedi. Resulullah (s.a.v); "Ey Yahudi! simdi yanimda sana verecek bir param yoktur." buyurdu. Yahudi; "Ey Muhammed! Parami vermedikçe senden ayrilmayacagim!" dedi. Resulullah (s.a.v) cevaben; "Bu durumda ben de seninle birlikte otururum!" buyurdular.

Resulullah (s.a.v) onunla birlikte oturdu; öyle ki ögle, ikindi, aksam, yatsi ve sabah namazlarini da orada kildi. Resulullah (s.a.v)'in ashabi o Yahudi'yi tehdit etmeye basladilar. Resulullah (s.a.v) onlara bakip söyle buyurdu: "Onunla ne isiniz vardir?" Ashap: "Ey Resulullah! Bu Yahudi seni hapsetmistir!" Resulullah (s.a.v) onlarin cevabinda; "Allah Teala beni, bir zimmi veya baska birisine zulüm yapmak için mebus etmemistir." buyurdular.

Gün yükseldiginde o Yahudi adam söyle dedi: "Allah'tan baska bir ilah olmadigina ve Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduguna sehadet ediyorum; malimin bir sati (yarisi) Allah yolu içindir. Allah'a andolsun ki, sana karsi böyle davranmam, sirf senin Tevrat'taki vasfini sende görmem içindi. Ben senin Tevrat'taki vasfini okumustum. Onda söyle yazilmisti: "Abdullah oglu Muhammed Mekke'de dünyaya gelecektir, Teybe'ye (Medine'ye) hicret edecektir, sert ve kati kalpli degildir, sövüş etmez ve çirkin söz agzina almaz." Ben Allah'tan baska bir ilahin olmadigina, senin de O'nun elçisi olduguna sehadet ediyorum. Bu benim malimdir, Allah nerede emretmisse, onu orada harca." (50)

6- Âmanin Yaninda Hicabi Korumak!

Ümmi Seleme söyle diyor:

Peygamber (s.a.v)’in huzurunda idik. Meymune isminde olan hanimlarindan birisi de orada idi. Bu esnada âma (kör) olan İbn-i Ümmi Mektum Resulullah’in huzuruna geldi. Resulullah (s.a.v) bana ve Meymune’ye: “İbn-i Ümmî Mektum’un karisisinda hicabinizi (kendinizi) koruyun.” buyurdu.

“Ya Resulullah! O âma degil midir, hicapli olmamizin ne anlami vardir?” dedigimizde de söyle buyurdular:

“Siz de mi körsünüz? Siz onu görmüyor musunuz?”(51)

7- Kötü Ahlak Kabir Azabina Sebep Olur

imam Sadik (a.s) soyle buyuruyor:

“Sa’d bin Muaz’in ölüm haberini Resulullah (s.a.v)’e verdiklerinde, Hazret kalkip ashabiyla birlikte onun evine gittiler. Resulullah’in emri ile Sa’d’a gusül verdiler. Gusül islemi bitinceye kadar Hazret kapi önünde ayakta bekledi. Gusül, henut ve kefenleme isleminden sonra onu bir tabuta birakip defnetmek için kabristana götürdüler.

Cenazeyi tesyi ederken Hz. Resulullah (s.a.v) ayak yalin ve abasiz olarak hareket ediyordu, kabrin yakinina ulasana dek bazen tabutun sag bazen de sol tarafini tutuyordu. Hz. Resulullah (s.a.v)’in bizzat kendisi kabrin içine girip cenazeyi kabre birakti; tas, tugla ve diger seylerin getirilmesini emretti. Bizzat kendisi iyice cenazenin üzerini kapatiyor ve: “Ben onun yakinda çürüyecegini biliyorum; ama Allah, kulu bir is yaptiginda onu saglam yapmasini sever” buyuruyordu. Daha sonra mübarek elleriyle onun üzerine toprak döküp, güzelce mezarini düzlediler.

Bu esnada Sa’d’in annesi kabrin kenarına gelerek: “Ey Sa’d ! Cennet sana kutlu olsun” dedi.

Hz. Resulullah (s.a.v) bu sözü ondan duyar duymaz söyle buyurdular ki: “Ey Sa’d’in annesi !Sus! Allah’dan taraf bu kadar kesin ve yakin ile konusma. simdi Sa’d kabir azabina duçar olmustur ve bundan dolayi eziyet görmektedir.”

Daha sonra Hazret orada bulunanlarla birlikte mezarligi terkedip, geri döndüler. Bu arada halk Hazrete: “Ya Resulellah ! Sa’d için yaptigin isleri, simdiye kadar hiç kimseye yaptigini görmedik. Ayak yalin, abasiz onun cenazesini tesyi ettiniz; tabutun bazen sag bazen de sol tarafindan tutuyordunuz !” dediler.

Hz. Resulullah (s.a.v) onlara:

“Melekler de abasiz ve ayakkabisiz idiler; ben de onlara uydum” cevabini verdi. Halk: “Bazen tabutun sagindan, bazen de solundan tutuyordunuz” dediler. Hazret: “elim Cebrail’in elinde oldugundan dolayi o tabutun neresinden tutuyorduysa, ben de o tarafindan tutuyordum” buyurdu.

Halk bu sözleri duyunca:

“Ya Resulellah ! Sa’din cenazesine gusül verilmesini emrettiniz, bizzat kendiniz ona namaz kildiniz, mübarek ellerinizle onu kabre biraktiniz, kabri kendi elinizle düzelttiniz, bütün bunlara ragmen, yine de: “Kabir Sa’d’i sikti” buyurdunuz.

Hz. Resulullah (s.a.v) cevaben: “Evet, kabir azabina duçar oldu. Çünkü o, evinde kötü ahlakli idi, kabir azabi bundan dolayi idi” buyurdular. (52)

8- Bereketli On iki Dirhem

Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.v) tarafindan bir gömlek almak için pazara gitmekle görevlendirilir. Hz. Ali (a.s) pazara gidip on iki dirheme bir gömlek alarak eve döner. Bu arada Hz. Resulullah (s.a.v) ile Hz. Ali (a.s) arasinda söyle bir diyalog geçer:

Hz. Resulullah (s.a.v): “Bu gömlegi kaça aldin?”

Hz. Ali: “On iki dirheme.”

Hz. Resulullah (s.a.v): “Bu gömlegi pek sevmedim, bundan daha ucuzunu istiyorum. Acaba satici bunu geri almaya hazir olur mu?”

Hz. Ali (a.s) diyor; bunun üzerine, gömlegi alip çarsiya döndüm, Hz. Peygamber’in istegini saticiya ilettim, saticida kabul etti. Parayi alip Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanina döndüm. Bir gömlek almak için Hz. Resulullah (s.a.v) ile birlikte pazara dogru hareket ettik. Yolun yarisinda Hz. Resulullah (s.a.v)’in gözü, aglayan bir cariyeye ilisti. Hz. Resulullah (s.a.v) onun yanina gidip; “Neden agliyorsun?” diye sordu. Cariye: “Ev sahibi bana dört dirhem verdi, bir seyler almak için beni çarsiya gönderdi. Fakat ben parayi nasil kaybettigimi bilemiyorum, simdi eve dönmekten korkuyorum” dedi.

Hz. Resulullah (s.a.v) on iki dirhemden dört dirhemi cariyeye verdi ve; “istedigin seyleri al ve eve dön” buyurdular.

Hz. Resulullah (s.a.v) da Allah’a sükredip pazara doğru hareket etti; pazardan dört dirheme bir gömlek alip giydi, Allah’a hamdederek eve dogru yola koyuldu. Bu arada yol üzerinde bir çiplagi görünce, gömlegini çikarip ona verdi ve tekrar çarsiya geri döndü, geriye kalan dört dirheme bir gömlek alip giydi ve eve dogru hareket etti. Yolun yarisinda yine ayni cariyeyi üzüntülü ve saskin bir halde gördü. Bunun üzerine; “Neden evinize gitmedin?” diye sordu.

Cariye: “Ya Resulellah ! Gecikmisim, beni dövmelerinden korkuyorum” dedi.

Resulullah: “Gel birlikte gidelim, evinizi bana göster ben suçundan geçmeleri için araci olurum” buyurdu.

Hz. Resulullah (s.a.v) o cariye ile birlikte yola koyuldu. Evlerine yetistiklerinde cariye; “iste bu bizim evdir” dedi.

Hz. Resulullah (s.a.v) kapinin arkasindan yüksek bir sesle; “Ey ev sahibi! Selam’un- aleykum” diye seslendi; ama bir cevap gelmedi. Hazret ikinci kez selam verdi, yine bir cevap duyulmadi. Üçüncü kez bir daha selam verdiginde, “Aleyke’s- selam ya Resulellah ve rahmetullahi ve berekatuh” diye cevap verdiler.

Hz. Resulullah (s.a.v): “Neden ilk ve ikinci defada cevap vermediniz? Acaba benim sesimi duymadiniz mi?” buyurdular.

Ev Sahibi: “Hayir, ilk defasinda duyduk, senin oldugunu bile anladik” dedi.

Hz. Resulullah (s.a.v): “ Öyleyse neden geç cevap verdiniz?”

Ev sahibi: “Senin sesini bir kaç defa duymak istedik.”

Hz. Resulullah (s.a.v): “Sizin bu cariyeniz gecikmistir, onu muahaza etmemeniz (cezalandirmamaniz) için size rica etmekten ötürü buraya geldim.”

Ev sahibi: “Ya Resulullah! Sizin mübarek ayaginizin hürmetine bu cariye artik simdiden azattir (hürdür).”

Daha sonra Hz. Resulullah (s.a.v) kendi kendisine: “Allah’a sükür, ne de bereketli on iki dirhemdi! iki çiplagi örttü, bir köleyi de azat etti” buyurdular.(53)

9- Ya Resulellah! Bana Tavsiye Et!

Hz. Ali (a.s) söyle diyor:

Bir sahis Resulullah (s.a.v)’in huzuruna gelerek Hazretin kendisine tavsiye etmesini istedi. Hz. Resulullah (s.a.v) ona söyle tavsiye ettiler:

“Benim sana tavsiyem sudur ki; parçalansan, atese atilip yakilsan bile, Allah’a sirk kosma.

Annene ve babana eziyet etme; eger dünyadan göçmeni bile emretseler öyle yap.

ihtiyacindan fazla kalan malini dini kardesinin ihtiyarina birak.

Müslüman kardesinle karsilastiginda açik yüzlü ol.

Halka ihanet etme.

Gördügün her Müslümana selam ver.

insanlari islam’a davet et.

Bil ki, her sorunu çözmenin (sikintisi olanin sikintisini gidermenin), Hz. Yakub’un ogullarindan bir köleyi azat etmek kadar sevabi vardir.

Bil ki, sarap ve her sarhos edici sey de haramdir.”(54)

10- Yetimler için Aglamak

Uhud savasinda islam savasçilarindan çogu sahadete eristi, Hz. Hamza da o savasta sehit düstü, hatta Hz. Peygamber (s.a.v)’in sehit oldugu bile sâyi oldu.

Savas sona erdikten sonra, Medine kadinlari Uhud’a dogru hareket edip Peygamber (s.a.v)’in istikbaline kostular; herkes kendi sehitlerini birakip Hz. Peygamber’i sorup ariyorlardi.

Bu arada Cehs’in kizi Zeynep Hz. Peygamber (s.a.v) ile karsilasti ve aralarinda söyle bir diyalog geçti:

Hz. Peygamber- “Sabirli ve tahammülü ol!”

Zeynep- “Ne için?”

Hz. Peygamber- “Kardesin Abdullah’in sahadetinden dolayi.”

Zeynep- “sahadet onun için kutlu ve mübarek olsun!”

Hz. Peygamber- “Sabret!”

Zeynep- “Ne için?”

Hz. Peygamber- “Dayın Hamza’nın şahadetinden dolayı.”

Zeynep- “Bizim hepimiz Allah’tanız ve hepimiz O’na döneceğiz, şahadet makamı ona mübarek olsun!”

Hz. Resulullah (s.a.v) biraz durduktan sonra Zeyneb’e dönerek şöyle buyurdu:

- “Sabırlı ol!”

Zeynep – “Şimdi ne için?”

Hz. Resulullah - “Eşin Mus’ab bin Umeyr’in şahadetinden dolayı.”

Zeynep bu sözü duyunca, can yakıcı bir şekilde yüksek bir sesle ağlayıp sızlamaya başladı. Bunu gören Hz. Resulullah: “Hiçbir kimse, kocanın karısının kalbinde olan yerini alamaz” buyurdu.

Bu arada Zeynep; “Neden kocan için böyle ağlıyorsun?” diyenlere şu cevabı verirdi: “Ağlamam kocam için değildir. Çünkü o Peygamber (s.a.v)’in yanında şahadet makamına erişmiştir. Beni ağlatan çocuklarımın öksüz kalışıdır” (55)

11- Dostlarla Müdara

Ebu Hureyre şöyle diyor:

Hz. Resulullah (s.a.v) (bir gün) oturdukları halde birden dişleri görülür bir şekilde güldüler. Gülmesinin sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular:

“Ümmetimden iki kişi gelip Allah Teala’nın huzurunda duracaklar; onlardan biri diyecek ki: “Allah’ım ! benim hakkımı ondan al!” Allah Teala buyuracak ki: “Kardeşinin hakkını ver !” Borçlu adam arz edecek ki: “Allah’ım ! Benim iyi amellerimden bir şey kalmamıştır (ona verecek dünyevi bir malım da yoktur).” Hak sahibi de diyecek ki: “Ey Rabbim! Öyleyse benim günahlarımdan yüklensin!”

Sonra Hz. Resulullah (s.a.v)’in mübarek gözlerinden yaşlar boşanarak şöyle buyurdular:

“O gün (kıyamet günü) öyle bir gündür ki insanlar, günahlarının başka bir kimseye yüklenmesine ihtiyaç duyarlar. Allah Teala hakkını isteyen kimseye şöyle buyurur: “Gözlerini çevir, cennete doğru bir bak, ne görüyorsun?” O zaman başını kaldırıp güzel nimetleri görünce hayretle; “Allah’ım ! Bunlar kimin içindir?” diyecektir.

Allah Teala- “O hakkın değerini bana veren kimse içindir.”

Hak sahibi – “O hakkın değerini kim sana ödeyebilir?”

Allah Teala - “Sen.”

Hak sahibi – “Ben nasıl ödeyebilirim?”

Allah Teala - “Ondan geçmenle (hakkını bağışlamanla).”

Hak sahibi – “Allah’ım ! Ondan geçtim.”

Daha sonra Allah Teala buyuracak ki: “Dini kardeşinin elini tut, birlikte cennete gidin !”

Bu esnada Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: “Takvalı olun, birbirinizin arasını bulun!” (56)

12- Çaba Veya Zengin Olmak Yolu

Ashaptan birinin durumu çok bozulmuştu. Bu arada karısı ona; “Resulullah (s.a.v)’ın yanına varıp bir şey istesen” dedi. Bunun üzerine o adam bir şey istemek için Hz. Peygamber’in yanına gitti. Hazretin yanına vardığında Hz. Resulullah (s.a.v) onu görür görmez şöyle buyurdular:

“Kim bizden bir şey isterse veririz, kim de ihtiyaçsız olmaya çalışırsa, Allah onu ihtiyaçsız kılar.”

Adamcağız Hz. Resulullah (s.a.v)’ın bu sözünü duyunca, kendisinden başkasının kastedilmediğini anlar ve bir şey istemeden huzurlarından ayrılır; evine gelip durumu karısına anlatır; ama ihtiyaç onu zorlar ve ikinci kez Hz. Resulullah’ın huzuruna varır; fakat Hazret’in yine aynı şeyi buyurduğunu görür ve bu olay üç defa tekrarlanır.

Bunun üzerine komşusundan bir balta emanet alıp çöle çıkar, bir miktar odun toplayıp pazara getirir ve odunlarını bir buçuk kilo arpaya satar; elde ettiği arpayı ekmek yaparak ailesiyle birlikte yerler. Ertesi sabah daha fazla odun getirir ve yılmadan bu işine devam eder; ilk önce bir balta satın alır; daha sonra elde ettiği kazançtan iki genç deve ve bir köle alır; böylece durumu düzelip zenginleşir. Daha sonra Hz. Resulullah’ın yanına giderek başından geçen macerayı Hazrete anlatır. Hz. Resulullah (s.a.v) onun sözünü dinledikten sonra ona:

“Demedim mi kim, bizden bir şey isterse ona veririz, kim de ihtiyaçsız olmaya çalışırsa, Allah onu ihtiyaçsız kılar?!” buyururlar.(57)

Resulullah (s.a.v), Fil yılı Rabi’ul Evvel ayının on yedisinde (M.570’de) Cuma günü şafak vakti Mekke şehrinde dünyaya geldi.(1) Resulullah (s.a.v)’in değerli babası, Abdullah bin Abdulmuttalip bin Haşim bin Abdumenaf’dır. Değerli annesi ise Veheb bin Abdumenaf’in kızı Amine’dir. Görüldüğü gibi her iki şahsiyetin akrabalık bağı Abdumenaf’da birleşiyor.

Hz. Peygamber’in mübarek ismini İlahi emir gereği Muhammed, (2) künyesini ise Ebu’l Kasım (3) koyuyorlar.

İmam Bakır (a.s) buyurmuşlardır ki, Hz. Peygamber doğumunun yedinci günü Hz. Ebu Talib, Hazretin dünyaya teşrifinden dolayı bir kurban keser ve akrabalarını misafirliğe davet ederek şöyle der: "Bu Ahmed’in akikasıdır.” Misafirler; “Onun ismini neden Ahmed koydun?” diye sorduklarında, ise Ebu Talib; “Yer ve gök ehlinin övgüsünden dolayı onun ismini Ahmed koydum.” der.(4) İşte bundan dolayı Hz. Emir-ul Mü’minin Ali (a.s), Hz. Resulullah (s.a.v)’ın iki ismi bulunan peygamberlerden olduğunu söylemiştir.(5)

Peygamber (s.a.v) henüz daha dünyaya gelmeden babasını kaybetti; (6) dünyaya geldikten sonra da onu süt emmesi için Halime-i Sadiyye’ye emanet ettiler. İbn-i Sad’ın yazdığına göre, Halime Hazreti kucağına alır almaz döşü sütle doldu; öyle ki, Peygamber ve Halime’nin açlıktan uyumayan çocuğu da o sütten doydular.(7)

Peygamber (s.a.v) üç yaşına kadar annesi Amine’nin de gözetimiyle süt annesi Halime’nin yanında kaldı, daha sonra Mekke şehrine getirilerek annesine teslim edildi.

Peygamber (s.a.v) altı yaşında iken annesi Amine ve bakıcısı Ümmi Eymen’le birlikte akrabalarını görmek için Medine’ye giderler. Bir ay Medine’de kaldıktan sonra Mekke’ye dönüşte, Ebva denen yere (Cuhfe’den 37 km. uzak) ulaştıklarında Hazretin değerli annesi vefat eder ve orada defnedilir. Ümmi Eymen Hz. Peygamber’i Mekke’ye getirir ve ceddi Abdulmuttalib’e teslim eder. Böylece Abdulmuttelib Hazretin sorumluluğunu üstlenmiş olur.(8) Ama iki yıl sonra Abdulmuttalib de dünyadan göçer.(9) Onun vasiyeti gereğince de, Hz. Ebu Talib kardeşi oğlu Hz. Muhammed (s.a.v)’ın sorumluğunu üstlenir.(10)

İbn-i Abbas’ın naklettiğine göre, Ebu Talib Hz. Peygamber ile öyle ilgileniyordu ki, gece ve gündüz ondan bir an olsun ayrılmıyordu, onu kendi yanında yatırıyor ve onun hakkında kimseye güvenmiyordu.(11)

Hz. Resulullah (s.a.v) on iki yaşında iken (12) Ebu Talib’le birlikte Şam’a yolculuğa çıkarlar. Bu yolculukta Buheyra isminde bir rahiple karşılaşırlar. Buheyra, Hıristiyan alimlerinin en bilginlerindendi. Hz. Peygamber’i görür görmez, O’nun ahir-uz zaman Peygamberi olduğunu hemen anlar ve Ebu Talib’e dönüp şöyle der: “Önceki semavi kitaplarda bu gencin peygamberliğiyle ilgili haber vardır.(13)

Hz. Resulullah (s.a.v), erginlik çağına kadar Hz. Ebu Talib’in evinde kalılar ve ahlak, yiğitlik, halkla geçinmek ve emanete riayet etmek bakımından öyle bir yüce ahlak ve erdemlilik sergilerler ki halk ona “Emin” lakabını takarlar.(14)

Hz. Resulullah (s.a.v) yirmi yaşında iken “Hilf-ul Fodul” antlaşmasına katılmıştır. Bu antlaşma, Beni Haşim, Beni Zühre ve Beni Temim arasında yapılan insani değerleri önemseyen bir anlaşma idi. Bu antlaşma gereğince mazlumların hakları zorbalardan alınacak ve gereken yardımlar onlardan esirgenmeyecekti.(15)

Hz. Hatice asaletli ve serveti olan bir kadındı. Hz. Hatice erkekler vasıtasıyla ticaretle uğraşıyordu. Resulullah,ın doğru konuşan ve emin biri olduğunu öğrenince, Hazrete, kölesi Meysere ile birlikte ticaret yapmak için Şam’a gitmesini ve diğer tacirlerden daha fazla pay almasını önerdi. Hz. Resulullah (s.a.v) Hatice’nin bu önerisini kabul ederek onun malı ile Şam’a doğru yola çıktılar. O memlekette mallarını satıp işlerini bitirdikten sonra Mekke’ye döndüler. Mekke’de de oradan getirdikleri malları satıp öncekilere oranla iki kat veya daha fazla kar elde ettiler. Üstelik Meysere de yol boyunca Resulullah’dan gördüğü hareket ve davranışları Hatice’ye anlattı.

Bunun üzerine, Hatice, birisi vasıtasıyla Resulullah’a şöyle bir mesaj gönderdi: “Ey amca oğlu, aramızda akrabalık bağı olduğundan kavmin arasında yüce şeref ve nesebe sahip bulunduğundan, güvenilir, iyi huylu ve doğru konuşan olduğundan dolayı seninle evlenmeye gönüllüyüm.”

Hatice’nin bu evlenme teklifi öyle bir zamanda oldu ki, Hatice o zamanlar nesep açısından en köklü, şeref ve mal bakımından da bütün kadınların en üstünü idi; herkes onunla evlenmek istiyordu, ama o hiç kimseyi kabul etmiyordu.(16)

Resulullah (s.a.v) Hz. Hatice’nin bu evlenme teklifini kabul ederek amcalarını onu istemeye gönderir ve böylece bu mübarek vuslat gerçekleşmiş olur .(17)

Resulullah (s.a.v) evlendiği zaman yirmi beş yaşında idiler. (18) İbn-i Abbas ve bir grup diğer bilginlerin sözüne göre, Hz. Hatice de yirmi sekiz yaşında idi.(19)

Hz. Peygamber (s.a.v)’in Hz. Hatice ile evlenmesinden ikisi erkek, dördü kız olmak üzere toplam altı çocuğu olmuştur. Erkeklerin isimleri: Kasım ve Tahir; kızların isimleri ise Ümmi Gülüsüm, Rukayye, Zeynep ve Fatıma’dır.(20)

Hatice-i Kübra (a.s) Resulullah (s.a.v) ile ortak yaşantısında çok fedakarlıklar yapmıştır. O, bütün mal ve servetini aziz eşinin ihtiyarına bırakmış ve bütün kadınlardan önce Hz. Resulullah’a iman etmiştir. Resulullah (s.a.v) onun hakkında şöyle buyurmuştur:

“O, insanlar kafir olduğunda bana iman etti, halk beni tekzip ettiğinde o beni tasdik etti, halk beni mahrum bıraktığında o kendi malıyla bana yardımda bulundu.”(21)

Hz. Resulullah’ın yaşantısının en hassas dönemi, 40 yaşına girdiği dönemdir. Zira Hazret bu yaşta Receb’in 27. günü (M. 610) peygamberliğe seçilmiştir.(22) O zamandan itibaren üç yıl boyunca halkı gizlice İslam’a davet etmiştir. (23) Hz. Resulullah’a ilk iman eden Emir-ul Mü’minin Hz. Ali olmuştur. (24) Ondan sonra da Hz. Hatice iman etmiştir.

Bi’setin üçüncü yılında Resulullah (s.a.v), halkı açıkça İslam’a davet etmeye mamur kılındı. Bu emir gereği önce kendi yakınlarını misafirliğe davet edip onlara şöyle buyurdu:

“Allah Teala beni, sizi O’na davet etmeye emretmiştir. İçinizden kim beni tasdik edip, bu işte bana yardımcı olursa, sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifem olacaktır.” (25)

Teberi’nin yazdığına göre, bu toplantıda Hz. Ali, Peygamber’e yardımcı olacağını ilan eden tek şahıs oldu. Peygamber (s.a.v) de oradakilere şöyle buyurdu:

“Bilin ki, bu şahıs, benim sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir; onun sözlerini dinleyin ve emirlerine itaat edin.” (26)

Resulullah (s.a.v) akrabalarını İslam’a davet ettikten sonra, halkın da putlarını bırakıp sadece Allah’a ibadet etmelerini istedi. Bu söz onlara çok ağır geldi; az bir grup hariç, hepsi Hazretle düşman olmaya başladılar. O kritik anda, Mekke’nin büyüğü ve Peygamber’in amcası olan Hz. Ebu Talib, kardeşi oğlunun yardımına koştu ve onu yalnız bırakmayacağına dair yemin etti.(27) Gerçekten öyle de yaptı. Hz. Ebu Talib, hayatta olduğu müddetçe Kureyş, Hz. Peygamber’i fazla incitemedi.

Kureyş büyükleri, Hz. Ebu Talib’in varlığıyla Hz. Peygamber’i tam baskı altına alamadıklarını görünce, yeni Müslüman olanları eziyet ve işkence etmeye başladılar. Peygamber (s.a.v), Müslümanların Kureyş’in zulüm ve eziyetinden kurtulmaları için onlara Habeşi’ye hicret etmeleri için izin verdi.

Bi’setin altıncı yılında, Mekke müşrikleri, Peygamber (s.a.v)’i öldürme kararı aldılar. Bu yüzden Hz. Muhammed (s.a.v)’i kendilerine teslim etmedikçe, Beni Haşim’le muamele yapmayacak ve onlardan evlenmeyeceklerine dair kendi aralarında bir antlaşma imzaladılar. Bu antlaşmayı bir deri sayfaya yazıp Ka’be’nin duvarına astılar. Beni Haşim de canlarını korumak için Peygamber (s.a.v) ile “Şi’b-i Ebu Talib” deresine sığındılar; üç yıl boyunca orada kaldılar. Üç yıl sonra Allah Teala Peygamberine, antlaşmayı “Allah” lafzı hariç, karıncaların yediğini haber verdi. Hz. Ebu Talib bu haberi Kureyşlilere iletti ve onlara; “Eğer Muhammed’in söyledikleri doğru çıkarsa ne yaparsınız?” diye sordu. Onlar da: “Artık el çekeriz” dediler. Kureyşliler Ka’be’ye gidip oraya astıkları antlaşmanın “Allah” lafzı hariç karıncalar tarafından yenildiğini görünce, kendi antlaşmalarından vazgeçtiler. Bi’setin onuncu yılında vuku bulan bu olay neticesinde Mekke halkından bir çok kimseler İslamiyet’i kabul ettiler. Böylece Beni Haşim Şi’bi Ebu Talib’den dışarı çıkabildi.(28)

Peygamber (s.a.v) bi’setin onuncu yılında iki büyük yardımcısı olan Hz. Ebu Talib ve Hz. Hatice’yi kaybetti, (29) bu iki büyük şahsiyetin ölümü Hazrete çok ağır geldi, bundan dolayı o yılın ismini “Hüzün Yılı” koydu.(30)

İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Resulullah (s.a.v), Ebu Talib ve Hatice’yi kaybettiğinde artık Mekke’de kalması güçleşmişti... Allah Teala bundan dolayı Hz. Peygamberin, Mekke’de yardımcısı olmadığından orayı terk edip Medine’ye doğru hareket etmesini emretti”(31)

Hz. Ebu Talib dünyadan göçtükten sonra Kureyşin peygambere eziyeti gittikçe fazlalaştı, Hazrete defalarca ihanet edip O’nun canına kıymak istediler. (32)

Mekke müşrikleri, bi’setin on üçüncü yılı “Dar’un Nedve” denilen bir yerde toplanıp Hz. Peygamberi öldürme kararı aldılar. Bu karara göre çeşitli kabilelerden oluşan gençler hep birlikte Hazrete saldıracak ve kimin tarafından öldürüldüğü bilinmeyecekti. (33)

Hz. Peygamber (s.a.v), İlahi vahiyle bu komplodan haberdar oldu ve geceleyin Mekke’den ayrılarak Medine’ye doğru yola çıktı. Emir’ul- Mü’minin Hz. Ali de Peygamber (s.a.v)’in canını korumak için O’nun yatağında yattı. (34)

Peygamber (s.a.v), Rabi-ul Evvel ayının ilk günü Mekke’den ayrıldı ve aynı ayın on ikinci günü Medine’nin yakınlarında olan “Kuba” denilen yere vardı ve orada yaklaşık on gün Hz. Ali’yi bekledi. (35)

Bu müddet içerişinde de Kuba camisini yaptırdı. Daha sonra Hz. Ali’nin gelmesiyle Medine’ye teşrif buyurdular .

Hz. Peygamber’in hicreti ardından Mekke Müslümanları da yavaş-yavaş Medine’ye hicret etmeye başladılar. Peygamber (s.a.v), Muhacir ve Ensar (Medine halkı) arasındaki samimiyet bağını güçlendirmek için onların aralarında kardeşlik bağı oluşturdu.

Peygamber (s.a.v), bu teşebbüsü ile Medine’de İslami bir toplum oluşturmuş ve Muhacirlere yardım için de uygun bir zemin hazırlamıştı.

Bu küçük İslam toplumunun kuruluşundan daha on dokuz ay geçmemişken Müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında savaş ateşi tutuştu. İlk önemli savaş Bedir savaşı idi, onun peşi sıra Uhud, Handek, Hayber,Tebuk vb....savaşlar da vuku buldu.

Peygamber (s.a.v)’in savaşları iki çeşittir; birincisi, kendisinin katıldığı savaşlardır, bu savaşlara “Gazve” denilir. Diğeri ise kendisinin katılmadığı savaşlardır, bu savaşlara da “Seriyye” deniliyor. Gazvelerin sayısının 28, seriyyelerin sayısının ise 38 tane olduğunu söylemişlerdir. (36) Bunca savaş, dokuz yıldan az bir zamanda vuku bulmuştur.

Bu gazve ve seriyyeler, Müslümanların Hicaz topraklarında azamet ve güçlerinin aşikar olmasına ve bir çok Arap kabilelerinin Hz. Peygamberle barış antlaşmaları imzalamalarına sebep oldu.

Bu antlaşmaların en önemlisi, Hudeybiye antlaşması idi. Hz. Peygamber bu antlaşmayı, hicretin altıncı yılında Mekke müşrikleriyle yaptı. Bu antlaşma, Hicaz toprağında nispi bir emniyet ve huzurun oluşmasına yol açtı ve diğer topraklarda da İslam’ın yayılmasına ortam hazırladı.

Peygamber (s.a.v), hicretin yedinci yılında İslam’ın geniş bir şekilde yayılmasını sağlamak için bir çok mektuplar yazmış ve bu mektupları İran, Rum, Habeş, Mısır, Yemame, Bahreyn vb. ülkelerin kıralı ve padişahlarına göndererek kendi mesajını onlara iletmiştir. (37) Hazret bu mektuplarda onları İslam’a davet ediyordu. Bu vesileyle Hz. Peygamber’in cihanı risaleti dünyanın her tarafına bildirilmiş ve böylece İslam’ın mesajı uzak memleketlere de ulaşma imkanını bulmuştur.

Hicretin sekizinci yılının Ramazan ayında Mekke şehri Peygamber tarafından fethedildi. (38) Resulullah (s.a.v) ordusuyla birlikte savaşmaksızın Mekke şehrine girdi, ilk teşebbüsünde Mekke halkının hepsini affetti ve Kabe’de bulunan üç yüz altmış putu oradan temizledi (39) ve sonra minbere çıkıp şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Allah Teala cahiliyye tekebbürünü ve atalarla övünmeyi sizin aranızdan temizledi. Bilin ki siz Adem’densiniz, Adem de balçıktandır. Bilin ki, Allah’ın en iyi kulları O’ndan korkan ve günah işlemeyendir.” (40)

Resulullah (s.a.v), Mekke’de kısa bir müddet kaldıktan sonra Medine’ye doğru hareket etti. Bir kaç aydan sonra, Rum ordusunun İslam ülkelerine saldırıp o topraklarda ilerlemeyi amaçladıklarını öğrendi. Hazret bu haberi öğrenir öğrenmez İslam ordusunun, Rum ordusuna karşı koymak için Şam sınırlarına doğru hareket etmelerini emretti, kendisi de ordunun komutanlığını üzerine aldı. Uzun bir mesafeyi kat ettikten sonra, Hicretin dokuzuncu yılının Şaban ayında Şam sınırında bulunan Tebuk topraklarına ulaştılar. Ama Rumlulardan hiçbir eser yoktu. Çünkü Rum ordusu, Hz. Peygamber’in komutanlığındaki İslam’ın güçlü ordusunun hareketinden haberdar olmuş ve Müslümanlar karşısında yenilgiye uğramak korkusundan aldıkları kararlarından vazgeçmişlerdi.

Resulullah (s.a.v) düşman tehlikesinin olmadığını görünce, ordunun Medine’ye dönmesini emretti. “Tebuk” ismiyle meşhur olan bu gazve, Hz. Peygamber’in en son gazvesi sayılmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.v)’in Hicaz topraklarındaki en fazla muvaffakiyet elde ettiği yıl, hicretin dokuzuncu yılıdır. Çünkü o yılın hac merasiminde müşriklerden beraat ilan edildi. (41) Bu önemli mesele, Kurban Bayramında Emir’ul- Mü’minin Hz. Ali (a.s) vasıtasıyla düşmanlara duyuruldu ve onlara, İslam’a karşı tavırlarını belirlemeleri için dört ay mühlet verildi. Bu beraatın ilanı neticesinde çeşitli kabilelerin elçileri Medine’ye doğru akın etmeye başladılar. Hepsi Hz. Peygamber’in huzuruna gelip İslam’ı kabul ettiklerini veya İslam’ın sığınağında yaşamaları için cizye ödemeye hazır olduklarını ilan ettiler.

O yıl çok fazla elçinin Medine’ye akın etmesinden dolayı o yıla “Amm’ul- Vefud” (elçiler yılı) ismini vermişlerdir. Böylece puta tapma adet ve geleneği Hicaz toprağından silinmiş ve yerine tevhit dini yerleşmiştir.

Resulullah (s.a.v), hicretin onuncu yılında hac amellerini yapmak için Mekke’ye yolculuk yapmaya hazırlandı. Müslümanlar da bu haberi duyunca, hac amellerini doğru bir şekilde kamil olarak öğrenmek için yolculuğa hazırlandılar. Resulullah (s.a.v) Zilkade ayının sonuna dört gün kala Medine’den ayrıldı, Zilhacce’nin dördüncü günü ise Mekke’ye vardı. (42) Hac amellerini yaptıktan sonra Müslümanlarla birlikte o şehirden ayrıldı ve Medine’ye doğru yola koyuldu. Yüz yirmi bin civarında olan hac kervanı “Cuhfe” denilen yere yetiştiğinde, Hz. Peygamber tarafından kervanın durdurulması emredildi. Hazret namazını kıldıktan sonra Gadir-i Hum kenarında bir hutbe okudu sonra Hz. Ali’nin elinden tutarak yüksek bir sesle şöyle buyurdu:

“Ben kimin mevlası (efendisi) isem Ali de onun mevlasıdır. Allahım, ona yardım edene sen de yardım et, onu yalnız bırakını sen de yalnız koy...” (43)

Bu vakıa, Zilhacce’nin on sekizinci günü vuku buldu. Hz. Peygamber’in halife tayin etme işi bir kaç defa çeşitli yerlerde tekrarlanmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.v) Haccet’ul- Veda yolculuğundan sonra, ömrünün son günlerini yaşıyordu, nihayet hicretin on birinci yılı Sefer ayının yirmi sekizinde fani dünyadan ayrılıp ebedi yurda göç etti. (44)

Peygamber (s.a.v)’in Hatice’den altı çocuğu vardı, onların isimlerini daha önce zikrettik. Mariye’den de İbrahim isminde bir oğlu vardı. Hazretin, Fatıma (a.s) hariç bütün evlatları kendi hayatı döneminde vefat ettiler. (45) Hz. Peygamber’in nesli, Hz. Fatıma’dan devam etti.



HZ. PEYGAMBER’LE İLGİLİ KISSALAR

1- İki Meleğin Haline Gülüyorum

Bir gün Resulullah (s.a.v) gülümseyerek göğe bakıyordu, bir adam Hazretin gülmesinin sebebini sorunca, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular: “Evet göğe bakıyordum, iki meleğin hali beni güldürdü, onlar kendi yerinde ibadetle meşgul olan mü’min bir kulun gece gündüz yaptığı ibadetlerinin mükafatını yazmaları için yeryüzüne indiler, fakat onu, hasta olduğundan dolayı ibadetgahında bulamayınca, göğe çıkıp, Hak Teala’ya şöyle arz ettiler: “Ey Rabbimiz! Biz o mü’min kulun ibadetini yazmak için her zamanki gibi onun ibadetgahına gittik, fakat onu orada bulamadık, hastalık yatağına düşmüştü.”

Allah Teala, o meleklerin cevabında şöyle buyurdu: “O mü’min kul, hastalık yatağında olduğu sürece, her gün ibadetgahında olduğu zaman ona yazdığınız her günün sevabı miktarınca ona sevap yazın. Hastalık yatağında olduğu müddetçe onun hayır amellerinin mükafatı bana aittir; onun mükafatını ben vereceğim.” (46)

2- Sırayı Riayet Edin

Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Bir gün Hz. Resulullah (s.a.v) ayaklarının üzerine yorgan örtmüş ve istirahata çekilmişti. Bu arada Hasan su istedi. Resullullah (s.a.v) hemen yerinden fırladı ve devemizden bir kaba biraz süt sağıp onu Hasan’a (a.s) verdi. Bunu gören Hüseyin (a.s) yerinden fırlayıp sütü almak istedi. Ama Resulullah (s.a.v) ona mani olup sütü Hasan’a verdi. Bu arada durumu seyretmekte olan Fatime: “Ya Resulellah! Güya Hasan’ı daha çok seviyorsun” dedi. Resulullah cevaben buyurdular ki: “Hayır öyle değildir. Benim Hasan’ı savunmamın sebebi, öncelik onun hakkı olduğu içindir. Çünkü O, daha önce su istemişti, sırayı riayet etmek gerekir. Yoksa kıyamet günü ben, sen, bu ikisi ve şu yerde yatan (Ali) hepimiz bir mekanda olacağız” buyurdu. (47)

3- Rahmetmeyene Rahmolunmaz

Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (s.a.v)’ın huzurunda bulunuyorduk. Bu arada Hazret durmadan henüz küçük yaşta olan Hasan ve Hüseyin’i öpüyordu. Hazret’in bu hareketini gören Uyeyne: “Ya Resulullah (s.a.v), benim on çocuğum vardır. Ben şimdiye kadar onların hiçbirini asla öpmemişim” dedi. Hazret bu sözü duyunca çok sinirlendi, öyle ki çehresinin rengi değişti ve: “ Kim rahmetmezse, ona rahmolunmaz; eğer Allah rahmeti kelbinden almışsa, benim sana yapacak bir şeyim yoktur; kim, küçüklerimize rahmetmez, büyüklerimizi de saymazsa, o bizden değildir” (48) buyurdu.

4- Resulullah (s.a.v)’ın Ağlaması

Resulullah (s.a.v) Ümmi Seleme’nin evinde bulunduğu bir gece yarısı uykudan kalkıp evin karanlık bir köşesinde dua ve ağlamakla (Allah’a yalvarıp yakarmakla) meşgul oldu. Ümmi Seleme, Resulullah (s.a.v)’ı yatağında görmeyince, kalkıp onu aramaya koyuldu. Bir de baktı ki Resulullah (s.a.v), evin karanlık bir köşesinde durup ellerini göğe kaldırmış, ağlayarak Allah’a şöyle yalvarıp yakarıyor:

“Allah’ım! Bağışladığın nimetleri benden esirgeme. Beni, düşmanların gülmüş vesilesi kılma, kıskançları bana musallat etme.

Allah’ım!Beni kurtardığın kötülük ve çirkinliklere geri çevirme.

Allah’ım! Beni hiçbir zaman ve hiçbir an kendi başıma bırakma; kendin beni her şeyden ve her afetten koru.”

Ümmi Seleme Resulullah (s.a.v)’in bu durumunu görünce, ağlayarak kendi yerine döner. Resulullah (s.a.v) Ümmi Seleme’nin ağlama sesini duyunca, ona doğru gidip ağlamasının sebebini sorur.

Ümmi Seleme:

“Ya Resulellah! Senin ağlaman beni ağlattı. Sen neden ağlıyorsun? Siz Allah katında olan onca büyük makam ve yakınlığınıza ve Allah’ın geçmiş ve gelecek bütün kusurlarınızı affetmesine rağmen Allah’tan böyle korkuyor, sizi düşmanların gülüş vesilesi kılmamasını, kurtardığı kötülük ve çirkinliklere geri çevirmemesini, bir an bile kendi başınıza bırakmamasını istiyorsunuz, o halde vay bizim halimize!” der.

Resulullah (s.a.v) onun cevabında:

“Nasıl korkmayayım, nasıl ağlamayayım, nasıl kendi akıbetimden endişelenmeyeyim, nasıl kendi makam ve mevkime güveneyim! Oysaki Allah Teala, Hz. Yunus’u bir an kendi haline bıraktı ve onun başına, gelmemesi gereken şeyler geldi!”buyurur.(49)

5- Allah Beni Zulmetmek İçin Göndermemiştir

Emir-ül Mü'minin Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Bir Yahudi'nin Resulullah (s.a.v)'den bir kaç dinar alacağı vardı, Hazret'ten o parayı istedi. Resulullah (s.a.v); "Ey Yahudi! Şimdi yanımda sana verecek bir param yoktur." buyurdu. Yahudi; "Ey Muhammed! Paramı vermedikçe senden ayrılmayacağım!" dedi. Resulullah (s.a.v) cevaben; "Bu durumda ben de seninle birlikte otururum!" buyurdular.

Resulullah (s.a.v) onunla birlikte oturdu; öyle ki öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını da orada kıldı. Resulullah (s.a.v)'in ashabı o Yahudi'yi tehdit etmeye başladılar. Resulullah (s.a.v) onlara bakıp şöyle buyurdu: "Onunla ne işiniz vardır?" Ashap: "Ey Resulullah! Bu Yahudi seni hapsetmiştir!" Resulullah (s.a.v) onların cevabında; "Allah Teala beni, bir zimmi veya başka birisine zulüm yapmak için mebus etmemiştir." buyurdular.

Gün yükseldiğinde o Yahudi adam şöyle dedi: "Allah'tan başka bir ilah olmadığına ve Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ediyorum; malımın bir şatrı (yarısı) Allah yolu içindir. Allah'a andolsun ki, sana karşı böyle davranmam, sırf senin Tevrat'taki vasfını sende görmem içindi. Ben senin Tevrat'taki vasfını okumuştum. Onda şöyle yazılmıştı: "Abdullah oğlu Muhammed Mekke'de dünyaya gelecektir, Teybe'ye (Medine'ye) hicret edecektir, sert ve katı kalpli değildir, sövüş etmez ve çirkin söz ağzına almaz." Ben Allah'tan başka bir ilahın olmadığına, senin de O'nun elçisi olduğuna şehadet ediyorum. Bu benim malımdır, Allah nerede emretmişse, onu orada harca." (50)

6- Âmanın Yanında Hicabı Korumak!

Ümmi Seleme şöyle diyor:

Peygamber (s.a.v)’in huzurunda idik. Meymune isminde olan hanımlarından birisi de orada idi. Bu esnada âma (kör) olan İbn-i Ümmi Mektum Resulullah’ın huzuruna geldi. Resulullah (s.a.v) bana ve Meymune’ye: “İbn-i Ümmî Mektum’un karşısında hicabınızı (kendinizi) koruyun.” buyurdu.

“Ya Resulullah! O âma değil midir, hicaplı olmamızın ne anlamı vardır?” dediğimizde de şöyle buyurdular:

“Siz de mi körsünüz? Siz onu görmüyor musunuz?”(51)

7- Kötü Ahlak Kabir Azabına Sebep Olur

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

“Sa’d bin Muaz’ın ölüm haberini Resulullah (s.a.v)’e verdiklerinde, Hazret kalkıp ashabıyla birlikte onun evine gittiler. Resulullah’ın emri ile Sa’d’a gusül verdiler. Gusül işlemi bitinceye kadar Hazret kapı önünde ayakta bekledi. Gusül, henut ve kefenleme işleminden sonra onu bir tabuta bırakıp defnetmek için kabristana götürdüler.

Cenazeyi teşyi ederken Hz. Resulullah (s.a.v) ayak yalın ve abasız olarak hareket ediyordu, kabrin yakınına ulaşana dek bazen tabutun sağ bazen de sol tarafını tutuyordu. Hz. Resulullah (s.a.v)’in bizzat kendisi kabrin içine girip cenazeyi kabre bıraktı; taş, tuğla ve diğer şeylerin getirilmesini emretti. Bizzat kendisi iyice cenazenin üzerini kapatıyor ve: “Ben onun yakında çürüyeceğini biliyorum; ama Allah, kulu bir iş yaptığında onu sağlam yapmasını sever” buyuruyordu. Daha sonra mübarek elleriyle onun üzerine toprak döküp, güzelce mezarını düzlediler.

Bu esnada Sa’d’ın annesi kabrin kenarına gelerek: “Ey Sa’d ! Cennet sana kutlu olsun” dedi.

Hz. Resulullah (s.a.v) bu sözü ondan duyar duymaz şöyle buyurdular ki: “Ey Sa’d’ın annesi !Sus! Allah’dan taraf bu kadar kesin ve yakin ile konuşma. Şimdi Sa’d kabir azabına duçar olmuştur ve bundan dolayı eziyet görmektedir.”

Daha sonra Hazret orada bulunanlarla birlikte mezarlığı terkedip, geri döndüler. Bu arada halk Hazrete: “Ya Resulellah ! Sa’d için yaptığın işleri, şimdiye kadar hiç kimseye yaptığını görmedik. Ayak yalın, abasız onun cenazesini teşyi ettiniz; tabutun bazen sağ bazen de sol tarafından tutuyordunuz !” dediler.

Hz. Resulullah (s.a.v) onlara:

“Melekler de abasız ve ayakkabısız idiler; ben de onlara uydum” cevabını verdi. Halk: “Bazen tabutun sağından, bazen de solundan tutuyordunuz” dediler. Hazret: “elim Cebrail’in elinde olduğundan dolayı o tabutun neresinden tutuyorduysa, ben de o tarafından tutuyordum” buyurdu.

Halk bu sözleri duyunca:

“Ya Resulellah ! Sa’dın cenazesine gusül verilmesini emrettiniz, bizzat kendiniz ona namaz kıldınız, mübarek ellerinizle onu kabre bıraktınız, kabri kendi elinizle düzelttiniz, bütün bunlara rağmen, yine de: “Kabir Sa’d’ı sıktı” buyurdunuz.

Hz. Resulullah (s.a.v) cevaben: “Evet, kabir azabına duçar oldu. Çünkü o, evinde kötü ahlaklı idi, kabir azabı bundan dolayı idi” buyurdular. (52)

8- Bereketli On iki Dirhem

Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.v) tarafından bir gömlek almak için pazara gitmekle görevlendirilir. Hz. Ali (a.s) pazara gidip on iki dirheme bir gömlek alarak eve döner. Bu arada Hz. Resulullah (s.a.v) ile Hz. Ali (a.s) arasında şöyle bir diyalog geçer:

Hz. Resulullah (s.a.v): “Bu gömleği kaça aldın?”

Hz. Ali: “On iki dirheme.”

Hz. Resulullah (s.a.v): “Bu gömleği pek sevmedim, bundan daha ucuzunu istiyorum. Acaba satıcı bunu geri almaya hazır olur mu?”

Hz. Ali (a.s) diyor; bunun üzerine, gömleği alıp çarşıya döndüm, Hz. Peygamber’in isteğini satıcıya ilettim, satıcı da kabul etti. Parayı alıp Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanına döndüm. Bir gömlek almak için Hz. Resulullah (s.a.v) ile birlikte pazara doğru hareket ettik. Yolun yarısında Hz. Resulullah (s.a.v)’ın gözü, ağlayan bir cariyeye ilişti. Hz. Resulullah (s.a.v) onun yanına gidip; “Neden ağlıyorsun?” diye sordu. Cariye: “Ev sahibi bana dört dirhem verdi, bir şeyler almak için beni çarşıya gönderdi. Fakat ben parayı nasıl kaybettiğimi bilemiyorum, şimdi eve dönmekten korkuyorum” dedi.

Hz. Resulullah (s.a.v) on iki dirhemden dört dirhemi cariyeye verdi ve; “İstediğin şeyleri al ve eve dön” buyurdular.

Hz. Resulullah (s.a.v) da Allah’a şükredip pazara doğru hareket etti; pazardan dört dirheme bir gömlek alıp giydi, Allah’a hamdederek eve doğru yola koyuldu. Bu arada yol üzerinde bir çıplağı görünce, gömleğini çıkarıp ona verdi ve tekrar çarşıya geri döndü, geriye kalan dört dirheme bir gömlek alıp giydi ve eve doğru hareket etti. Yolun yarısında yine aynı cariyeyi üzüntülü ve şaşkın bir halde gördü. Bunun üzerine; “Neden evinize gitmedin?” diye sordu.

Cariye: “Ya Resulellah ! Gecikmişim, beni dövmelerinden korkuyorum” dedi.

Resulullah: “Gel birlikte gidelim, evinizi bana göster ben suçundan geçmeleri için aracı olurum” buyurdu.

Hz. Resulullah (s.a.v) o cariye ile birlikte yola koyuldu. Evlerine yetiştiklerinde cariye; “İşte bu bizim evdir” dedi.

Hz. Resulullah (s.a.v) kapının arkasından yüksek bir sesle; “Ey ev sahibi! Selam’un- aleykum” diye seslendi; ama bir cevap gelmedi. Hazret ikinci kez selam verdi, yine bir cevap duyulmadı. Üçüncü kez bir daha selam verdiğinde, “Aleyke’s- selam ya Resulellah ve rahmetullahi ve berekatuh” diye cevap verdiler.

Hz. Resulullah (s.a.v): “Neden ilk ve ikinci defada cevap vermediniz? Acaba benim sesimi duymadınız mı?” buyurdular.

Ev Sahibi: “Hayır, ilk defasında duyduk, senin olduğunu bile anladık” dedi.

Hz. Resulullah (s.a.v): “ Öyleyse neden geç cevap verdiniz?”

Ev sahibi: “Senin sesini bir kaç defa duymak istedik.”

Hz. Resulullah (s.a.v): “Sizin bu cariyeniz gecikmiştir, onu muahaza etmemeniz (cezalandırmamanız) için size rica etmekten ötürü buraya geldim.”

Ev sahibi: “Ya Resulullah! Sizin mübarek ayağınızın hürmetine bu cariye artık şimdiden azattır (hürdür).”

Daha sonra Hz. Resulullah (s.a.v) kendi kendisine: “Allah’a şükür, ne de bereketli on iki dirhemdi! İki çıplağı örttü, bir köleyi de azat etti” buyurdular.(53)

9- Ya Resulellah! Bana Tavsiye Et!

Hz. Ali (a.s) şöyle diyor:

Bir şahıs Resulullah (s.a.v)’in huzuruna gelerek Hazretin kendisine tavsiye etmesini istedi. Hz. Resulullah (s.a.v) ona şöyle tavsiye ettiler:

“Benim sana tavsiyem şudur ki; parçalansan, ateşe atılıp yakılsan bile, Allah’a şirk koşma.

Annene ve babana eziyet etme; eğer dünyadan göçmeni bile emretseler öyle yap.

İhtiyacından fazla kalan malını dini kardeşinin ihtiyarına bırak.

Müslüman kardeşinle karşılaştığında açık yüzlü ol.

Halka ihanet etme.

Gördüğün her Müslümana selam ver.

İnsanları İslam’a davet et.

Bil ki, her sorunu çözmenin (sıkıntısı olanın sıkıntısını gidermenin), Hz. Yakub’un oğullarından bir köleyi azat etmek kadar sevabı vardır.

Bil ki, şarap ve her sarhoş edici şey de haramdır.”(54)

10- Yetimler İçin Ağlamak

Uhud savaşında İslam savaşçılarından çoğu şahadete erişti, Hz. Hamza da o savaşta şehit düştü, hatta Hz. Peygamber (s.a.v)’in şehit olduğu bile şâyi oldu.

Savaş sona erdikten sonra, Medine kadınları Uhud’a doğru hareket edip Peygamber (s.a.v)’in istikbaline koştular; herkes kendi şehitlerini bırakıp Hz. Peygamber’i sorup arıyorlardı.

Bu arada Cehş’in kızı Zeynep Hz. Peygamber (s.a.v) ile karşılaştı ve aralarında şöyle bir diyalog geçti:

Hz. Peygamber- “Sabırlı ve tahammülü ol!”

Zeynep- “Ne için?”

Hz. Peygamber- “Kardeşin Abdullah’ın şahadetinden dolayı.”

Zeynep- “Şahadet onun için kutlu ve mübarek olsun!”

Hz. Peygamber- “Sabret!”

Zeynep- “Ne için?”

Hz. Peygamber- “Dayın Hamza’nın şahadetinden dolayı.”

Zeynep- “Bizim hepimiz Allah’tanız ve hepimiz O’na döneceğiz, şahadet makamı ona mübarek olsun!”

Hz. Resulullah (s.a.v) biraz durduktan sonra Zeyneb’e dönerek şöyle buyurdu:

- “Sabırlı ol!”

Zeynep – “Şimdi ne için?”

Hz. Resulullah - “Eşin Mus’ab bin Umeyr’in şahadetinden dolayı.”

Zeynep bu sözü duyunca, can yakıcı bir şekilde yüksek bir sesle ağlayıp sızlamaya başladı. Bunu gören Hz. Resulullah: “Hiçbir kimse, kocanın karısının kalbinde olan yerini alamaz” buyurdu.

Bu arada Zeynep; “Neden kocan için böyle ağlıyorsun?” diyenlere şu cevabı verirdi: “Ağlamam kocam için değildir. Çünkü o Peygamber (s.a.v)’in yanında şahadet makamına erişmiştir. Beni ağlatan çocuklarımın öksüz kalışıdır” (55)

11- Dostlarla Müdara

Ebu Hureyre şöyle diyor:

Hz. Resulullah (s.a.v) (bir gün) oturdukları halde birden dişleri görülür bir şekilde güldüler. Gülmesinin sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular:

“Ümmetimden iki kişi gelip Allah Teala’nın huzurunda duracaklar; onlardan biri diyecek ki: “Allah’ım ! benim hakkımı ondan al!” Allah Teala buyuracak ki: “Kardeşinin hakkını ver !” Borçlu adam arz edecek ki: “Allah’ım ! Benim iyi amellerimden bir şey kalmamıştır (ona verecek dünyevi bir malım da yoktur).” Hak sahibi de diyecek ki: “Ey Rabbim! Öyleyse benim günahlarımdan yüklensin!”

Sonra Hz. Resulullah (s.a.v)’in mübarek gözlerinden yaşlar boşanarak şöyle buyurdular:

“O gün (kıyamet günü) öyle bir gündür ki insanlar, günahlarının başka bir kimseye yüklenmesine ihtiyaç duyarlar. Allah Teala hakkını isteyen kimseye şöyle buyurur: “Gözlerini çevir, cennete doğru bir bak, ne görüyorsun?” O zaman başını kaldırıp güzel nimetleri görünce hayretle; “Allah’ım ! Bunlar kimin içindir?” diyecektir.

Allah Teala- “O hakkın değerini bana veren kimse içindir.”

Hak sahibi – “O hakkın değerini kim sana ödeyebilir?”

Allah Teala - “Sen.”

Hak sahibi – “Ben nasıl ödeyebilirim?”

Allah Teala - “Ondan geçmenle (hakkını bağışlamanla).”

Hak sahibi – “Allah’ım ! Ondan geçtim.”

Daha sonra Allah Teala buyuracak ki: “Dini kardeşinin elini tut, birlikte cennete gidin !”

Bu esnada Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: “Takvalı olun, birbirinizin arasını bulun!” (56)

12- Çaba Veya Zengin Olmak Yolu

Ashaptan birinin durumu çok bozulmuştu. Bu arada karısı ona; “Resulullah (s.a.v)’ın yanına varıp bir şey istesen” dedi. Bunun üzerine o adam bir şey istemek için Hz. Peygamber’in yanına gitti. Hazretin yanına vardığında Hz. Resulullah (s.a.v) onu görür görmez şöyle buyurdular:

“Kim bizden bir şey isterse veririz, kim de ihtiyaçsız olmaya çalışırsa, Allah onu ihtiyaçsız kılar.”

Adamcağız Hz. Resulullah (s.a.v)’ın bu sözünü duyunca, kendisinden başkasının kastedilmediğini anlar ve bir şey istemeden huzurlarından ayrılır; evine gelip durumu karısına anlatır; ama ihtiyaç onu zorlar ve ikinci kez Hz. Resulullah’ın huzuruna varır; fakat Hazret’in yine aynı şeyi buyurduğunu görür ve bu olay üç defa tekrarlanır.

Bunun üzerine komşusundan bir balta emanet alıp çöle çıkar, bir miktar odun toplayıp pazara getirir ve odunlarını bir buçuk kilo arpaya satar; elde ettiği arpayı ekmek yaparak ailesiyle birlikte yerler. Ertesi sabah daha fazla odun getirir ve yılmadan bu işine devam eder; ilk önce bir balta satın alır; daha sonra elde ettiği kazançtan iki genç deve ve bir köle alır; böylece durumu düzelip zenginleşir. Daha sonra Hz. Resulullah’ın yanına giderek başından geçen macerayı Hazrete anlatır. Hz. Resulullah (s.a.v) onun sözünü dinledikten sonra ona:

“Demedim mi kim, bizden bir şey isterse ona veririz, kim de ihtiyaçsız olmaya çalışırsa, Allah onu ihtiyaçsız kılar?!” buyururlar.(57)

Insert Sub Header Here

 

 

 
.

.

.